Nasıl hazır olduğumuzu anlayabiliriz ya da kendimizi nasıl mutlu ve doyumlu bir ilişkiye hazırlayabiliriz? Hepimiz sevmek ve sevilmek isteriz. Her ne kadar bir yanımız bir insanın varlığına özlem duyarken; geçmiş ilişkilerin yaralarından sonra yaralarımızı iyileştirebildik mi; acaba yeniden sevmeye düşüncelerimiz, kalbimiz ve ruhumuz hazır mı?
Hayatımızda gerçek sevgiyi yaratmaya, yeni bir insanı hayatımıza davet etmeye, ona hoş geldin demeye, onu önemsemeye, sevmeye, değer vermeye hazır mıyız? Yaşamı seviyor muyuz? Sevilmeyi beklemek ya da mutlu olmak için mutlu edilmeyi beklemek yerine önce kendimizi mutlu etmeyi mi öğrenmeliyiz? Gerçekten sevmeyi biliyor muyuz ya da mutlu olabilmeyi? Birilerinin bizi mutlu etmesi gereğini hissettiğimiz kurban rolünden kurtulmadıkça mutlu olabilir miyiz?
Nasıl düşünürsek aslında o şekilde yaşıyoruz. Kendimizi arındırmadan yeni bir ilişkiye hazır olamayız. Bir ilişkiyi yaşamaya başlasak da, zamanla sendeleriz hatta ilişki anlamsız bir şekilde ve çabucak yıkılır, karşımızdaki kimi zaman bir açıklama bile yapmadan hayatımızdan gidiverir. Belki de, içsel yolculuğumuz adına yapmamız gerekenleri tamamlamamış olmanın sonucudur bu. Evet; karşımızdaki insan da belki doğru insan olmadığından dolayı da bitebilir, yürümeyebilir. Şuraya dikkat etmek lazım; biz bu durumu farklı insanlarla, hep tekrar eden bir döngü ile yaşıyor muyuz?
Yüzleşmemiz gereken bir gerçek var ki; biz doğru insanı, önce kendimiz doğru insan olmadan veya kendi içimizde dengede, tam ve bütün olmadan bulabilir ya da kendimize çekebilir miyiz? Doğru insana yatırım yapmak ve önce kendimiz doğru insan olmak sonuçlara bizi götürebilir geri kalanı ise çoğunlukla beklentilerin karşılanmadığı, daha başlamadan biten veya başlasa da karmaşık ve yorucu, sonu olmayan beraberliklerden ibaret kalır.
Önce kendimizle bir yüzleşmek mi lazım? Bu şekilde hazır olma adımını atmış olmaz mıyız? Sevmek ve sevilmek için kendimizi hazırlamak…
Her türlü bağımlılık aslında insanın kendi güçsüzlüğünün ifadesidir. Kendi korkularına, ön yargılarına bağımlılık, karşısındaki insanlara bağımlılık, olumsuzu yargılara/yargılamalara bağımlılık, öz güvensizliğe bağımlılık, kurban anlayışına bağımlılık ve daha da kötüsü karşıdaki insana bağımlılık… Adeta onsuz yaşayamama hali. Düşünün; kaç kere onu aradığınızda telefonu açmadığında, yolladığınız mesajlara geri dönmediğinde, çağırdığınızda bahanelerle yanınıza gelmediğinde dengeniz bozuldu? Tüm günü kendiniz için berbat ettiniz?
Bir şeyler yolunda gitmediğinde birilerini ya da olayları suçlamak, kızgınlık duymak hep kurban anlayışının ifadeleridir. Okul zamanında derste başarısız olduğumuzda hep not kıran bir öğretmen psikolojisi yaratılır ya da öğretmen beni sevmiyor ya da zaten sorular çok zordu, ders zor bir ders ben ne yapayım psikolojisi… Kendimizde suç aramak yerine (ben yeteri kadar bu derse hazırlanmadım, öğretmeni dinlemedim, ödevlerime odaklanmadım) etrafımızı suçlamış olamaz mıyız?
Sonra iş hayatına atıldığımızda ya patron kötü ve agresiftir, ya iş çoktur ya bize hak ettiğimizin azı zaten veriliyordur ya da iş arkadaşlarımız hep sorun yaratır: bu da başka bir kurban anlayışımızdır, kendimize ne kadar performans gösterdiğimizi, patronumuza davranışlarımızı, işimize bağlı olup olmadığımızı ya da yaptığımız işi sevip sevmediğimizi kimi zaman sorgulamayı atlar, etrafımıza kızgınlık duymayı ve etrafımızı suçlamayı yeğleriz.
İşte aynı durumlar ilişkiler için de geçerlidir. Ya partnerımız anlayışsızdır, ilgisizdir ya da bizi anlamıyordur ya da hep onu suçlayacağımız bir şeyler üretiriz. Diğer bir kurban psikolojisidir bu aslında. Suçlamak ve kızgınlık duymak… Kendimize sormayı atlar mıyız acaba; ben ilişkinin yürümesinde ya da beklentilerimi bulamadığımda buna ne katkıda bulunmuşumdur? Onu bana gelmesi için kontrol etmeden, serbest bırakabilmiş miyimdir?
Sevebilmiş, anlayabilmiş, dinleyebilmiş, öfke kontrollerimi yapabilmiş miyimdir gerçekten? Ya da bilinçaltımdaki terk edilme, kaybetme, değersizlik korkularımı tetikleyen olaylar mı olmuştur? Bana bu korkuları fark etmem ve temizlemem için karşımdaki kişi bana kendimi mi aynalamıştır? Onu mu özlüyorum, bana yaşattığı anları mı?
Sadece karşındakini ilgiye boğarak onu yanında tutamazsın. Sadece sevmek?
Önceki ilişkilerinize bir bakın. Hep almadan mı veriyordunuz?
Alma-verme dengesi o ilişkide yok muydu?
Sürekli ilgiye boğarak onu elinizde tutmaya mı çalıştınız?
Eril enerjiniz, dişil enerjinizin önüne mi geçmişti? Erkeğin yapması gerekenleri siz mi yapmaya kalktınız? Avcı rolünü onun elinden mi aldınız? Hep siz mi aradınız? Hep siz mi görüşmeyi teklif ettiniz?
Bir ilişkiye gerçekten hazır olabilmenin ilk şartı: kadınlar için dişil enerjiyi, erkekler için eril enerjiyi yeniden aktive etmek, kurban anlayışından sıyrılmak, etrafı ya da kendimizi suçlamayı bırakmak, bağımlı değil bağlı ilişkiler yaşamaya odaklanmak, öncelikle kendi içsel realitemizi bulmak, birini sevmeye başlamadan önce kendimizi sevmek ama bunu gerçek anlamda yapabilmek, kendimizle barışık olmak… Kısaca ilk kendimizle uğraşmak, kendimizi dengeye almak.
Varsa korkularımızın farkına varıp, temizlemek… Bir de en önemlisi, geçmişte bizi terk eden ya da aşkta bizi hayal kırıklığına uğratan insanları kendi içimizde affetmek… Bu affetmeyi hem kendimiz hem de karşımızdaki kişiler için yapmak. Aksi durumda gelecek yeni ve güzel bir ilişkiyi geçmişin enerjisi nedeniyle kendinden uzaklaştırmak mümkün. Geçmişin enerjisini taşıdığınız sürece karşınıza yeni bir insan gelse de, bu enerji ile onu da kaçırmanız söz konusu…
Hayatınıza birini almadan önce, kendinizin her anlamda buna hazır olduğunuzu hissediyor musunuz? Bu soruyu kendine mutlaka sormak lazım.